Milli Mücadele Rotası: Adım Adım Kurtuluş Savaşı

by Admin 49 views
Milli Mücadele Rotası: Adım Adım Kurtuluş Savaşı

Sevgili dostlar, bugün sizlere tarihimizin en şanlı destanlarından biri olan, Milli Mücadele yolculuğunu, yani Kurtuluş Savaşı'nın adım adım nasıl şekillendiğini anlatacağım. Bu eşsiz bağımsızlık mücadelesi, yalnızca bir milletin yeniden doğuşu değil, aynı zamanda tüm mazlum milletlere ilham veren bir direniş manifestosu niteliğindedir. Birinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı sonuçlarıyla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun kaderi müttefik devletlerin insafına kalmış, topraklarımız dört bir yandan işgal edilmeye başlanmıştı. İşte tam da bu umutsuzluk anında, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Anadolu'nun dört bir yanında yanan bağımsızlık ateşi, Milli Mücadele'nin temelini atmıştır. Bu epik yolculukta atılan her adım, alınan her karar, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş mücadelesinin bir parçasıdır. Gelin, bu kutsal rotayı baştan sona birlikte keşfedelim ve ecdadımızın gösterdiği destansı kahramanlıkları bir kez daha yad edelim. Bu süreç, sadece tarihsel bir olay örgüsü değil, aynı zamanda azmin, inancın ve vatan sevgisinin doruk noktasıdır. Unutmayın arkadaşlar, Milli Mücadele sadece cephelerde kazanılan zaferlerden ibaret değil; aynı zamanda fikirlerin, örgütlenmenin ve stratejinin de savaşıydı. Bu yazı boyunca, Milli Mücadele'nin ana duraklarını ve bu duraklarda alınan tarihi kararları detaylıca ele alacağız. Amacımız, Milli Mücadele ruhunu gençlerimize ve geleceğe taşımak, bu ülkenin nasıl büyük fedakarlıklarla kurulduğunu bir kez daha hatırlatmak. Her bir aşamayı titizlikle inceleyerek, Türk milletinin bağımsızlık aşkının ne denli güçlü olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Milli Mücadele'nin Başlangıcı: Kıvılcımın Yakılması

Milli Mücadele'nin başlangıcı, sevgili arkadaşlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basmasıyla resmen kıvılcımını yakmıştır. Ancak bu kıvılcımın oluşumu aslında çok daha öncesine, yani Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü acı duruma dayanır. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasıyla birlikte, güzel vatanımız Anadolu dört bir yandan işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, ordumuz dağıtılmış, silahlarımız alınmış ve halkımız derin bir umutsuzluğa sürüklenmişti. İşte tam da bu en karanlık günlerde, Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Müfettişi unvanıyla, aslında İngilizlerin ve İstanbul Hükümeti'nin kontrolünden uzaklaşarak Anadolu'da ulusal bir direniş örgütleme misyonuyla Samsun'a hareket etti. Bu yolculuk, sıradan bir görevden çok öte, bir milletin kaderini değiştirecek bir adımdı. Samsun'a varır varmaz, Mustafa Kemal Paşa, hızla bölgedeki durumu analiz etti ve ilk adımlarını atmaya başladı. İşgallere karşı halkın direniş ruhunu canlandırmak ve Kuva-yi Milliye ruhunu ateşlemek temel hedeflerinden biriydi. Samsun'da kısa bir süre kaldıktan sonra, 25 Mayıs'ta Havza'ya geçti. Havza Genelgesi ile ilk kez ulusal bir çağrı yaparak, işgallere karşı protesto mitingleri düzenlenmesini ve işgallere karşı milli bilincin uyandırılmasını istedi. Bu genelge, İstanbul Hükümeti'ne ve işgal kuvvetlerine karşı açık bir meydan okumaydı. Ardından 12 Haziran'da Amasya'ya geçen Mustafa Kemal, burada Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Refet Bele gibi önemli komutanlarla bir araya gelerek Amasya Genelgesi'ni yayımladı. 22 Haziran 1919 tarihli bu genelge, Milli Mücadele'nin gerekçesini, amacını ve yöntemini net bir şekilde ortaya koydu. “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi yok olmuş göstermektedir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” şeklindeki maddeler, bağımsızlık mücadelesinin ana hatlarını çizdi ve ulusal egemenlik fikrini ilk kez bu kadar net bir dille vurguladı. Bu genelgeyle birlikte, Erzurum ve Sivas'ta ulusal kongrelerin toplanması kararı alınarak, demokratik bir örgütlenme modelinin temelleri atıldı. Amasya Genelgesi, Mustafa Kemal'in resmi görevden alınmasına ve İstanbul Hükümeti ile bağlarının kopmasına neden olsa da, bu durum onun kararlılığını daha da artırdı. Anadolu'da yeni bir sayfa açılmış, bağımsızlık ateşi her geçen gün daha da gürleşiyordu. İşte bu yüzden, Milli Mücadele'nin başlangıcı, sadece bir liderin değil, aynı zamanda bir milletin uyanışının ve kendi kaderini tayin etme iradesinin doğuşudur, sevgili gençler. Unutmayalım ki, bu ilk adımlar, ileride kazanılacak büyük zaferlerin ve kurulacak yepyeni bir devletin en sağlam temellerini oluşturmuştur. Bu dönemde halk, yer yer oluşan Kuva-yi Milliye birlikleriyle kendi mücadelesini vermeye çalışıyor, ancak dağınık direnişler yeterli olmuyordu. Mustafa Kemal'in gelişi, bu dağınık direnişlere bir vizyon ve bir liderlik kazandırması açısından eşsiz bir öneme sahiptir.

Ulusal Direnişin Örgütlenmesi: Kongreler ve Temsil Heyeti

Arkadaşlar, Milli Mücadele'nin rota belirlemesindeki en kritik aşamalardan biri, şüphesiz Erzurum ve Sivas Kongreleri'dir. Amasya Genelgesi ile toplanma kararı alınan bu kongreler, Anadolu'daki dağınık direniş hareketlerini bir araya getirme ve ulusal bir irade oluşturma amacını taşıyordu. İlk olarak, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu'daki Ermeni ve Pontus tehditlerine karşı bölgesel bir direnişi örgütleme hedefiyle yola çıkmış olsa da, Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde ulusal bir nitelik kazandı. Atatürk, bu kongreye sivil olarak katıldı ve burada “Milletin kaderini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ilkesini bir kez daha vurguladı. Kongrede alınan kararlar, Milli Mücadele'nin temel esaslarını oluşturdu: Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz; Kuvâ-yi Milliye'yi etkin, milli iradeyi hâkim kılmak esastır; mandacılık ve himayecilik kabul edilemez; geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu maddeler, bağımsızlık ve ulusal egemenlik ilkelerini adeta bir anayasa taslağı gibi belirlemişti. Erzurum Kongresi'nin ardından, tüm ulusu kapsayacak şekilde 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi toplandı. Bu kongre, Milli Mücadele'nin en geniş katılımlı ve en önemli toplantısıydı. Amacı, Erzurum'da alınan kararları ülke geneline yaymak ve bütün cemiyetleri tek çatı altında toplamaktı. Tüm Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kurulmasıyla birlikte, dağınık direniş güçleri tek merkezden yönetilebilir hale geldi. Sivas Kongresi'nde yaşanan en büyük tartışmalardan biri, mandacılık ve himayecilik fikirlerinin reddedilmesiydi. Bazı delegeler, uluslararası destek almak adına Amerikan mandasını savunsa da, Atatürk'ün kararlı duruşu ve delegelerin bağımsızlık aşkı sayesinde bu fikir kesin bir dille reddedildi. Bu, tam bağımsızlık ilkesinin asla taviz verilmeyecek bir kırmızı çizgi olduğunu gösteriyordu. Ayrıca, Sivas Kongresi'nde temsil heyetinin yetkileri genişletildi ve Ali Fuat Paşa komutasındaki Kuva-yi Milliye güçleri ile İstanbul Hükümeti'ne karşı ilk ciddi çatışmaların hazırlıkları yapıldı. Kongre sonucunda İrade-i Milliye Gazetesi çıkarılarak halka doğru bilgi ulaştırılması hedeflendi. Bu kongreler, sevgili kardeşlerim, Anadolu'da yanan bağımsızlık ateşinin organize bir harekete dönüşmesini sağlamış, dağınık direnişleri ulusal bir çatı altında birleştirerek Milli Mücadele'ye yön veren stratejik adımlar olmuştur. Adeta bir ulusun kendi kaderini yeniden yazmaya başladığı anları temsil ederler. Erzurum ve Sivas Kongreleri, Türk milletinin bağımsızlık azmini tüm dünyaya ilan eden, tarihin en önemli dönüm noktalarından ikisidir. Bu kongrelerdeki kararlar, gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atmış, bağımsızlık idealini somut bir programa dönüştürmüştür. Bu kararların ardından, Temsil Heyeti, İstanbul Hükümeti ile iletişim kurmuş ve kısa süreli de olsa Amasya Görüşmeleri ile İstanbul'un temsil heyetini tanımasını sağlamıştı. Ancak işgal güçlerinin İstanbul üzerindeki baskısı, Temsil Heyeti'nin daha güvenli bir merkeze ihtiyacını doğurdu.

Büyük Millet Meclisi ve Hukuki Temellerin Atılması

Sevgili arkadaşlar, Milli Mücadele'nin merkezi örgütlenmesi ve hukuki temellerinin atılmasında kilit bir rol oynayan olay, Temsil Heyeti'nin Ankara'ya gelişi ve ardından Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıdır. Sivas Kongresi'nde yetkileri genişletilen Temsil Heyeti, Mustafa Kemal Atatürk'ün başkanlığında, Anadolu'daki ulusal direnişin en yüksek karar organı haline gelmişti. Ancak İstanbul Hükümeti'nin baskısı ve iletişim zorlukları, daha güvenli ve stratejik bir merkeze olan ihtiyacı ortaya koydu. Bu stratejik merkezin, Anadolu'nun tam ortasında yer alan, batı cephesine yakınlığı, demiryolu ulaşımının olması ve halkının Milli Mücadele'ye olan güçlü desteği ile Ankara olması kararlaştırıldı. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti üyeleri, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı. Ankara, artık bağımsızlık ateşinin kalbi olmuştu. Burada alınan ilk ve en önemli kararlardan biri, İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın dağılması ve tüm ülkeyi temsil edecek yeni bir meclisin Ankara'da toplanması çağrısıydı. Bu çağrı, 19 Mart 1920'de yayımlanan bir genelge ile resmileşti. İşgal güçlerinin İstanbul'u resmen işgal etmesi ve Meclis-i Mebusan'ı dağıtması, bu kararın ne kadar isabetli olduğunu gösterdi. İstanbul'dan kaçan milletvekilleri de Ankara'ya gelerek Milli Mücadele'ye destek verdiler. İşte bu koşullar altında, 23 Nisan 1920 tarihinde tarihi bir gün yaşandı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açıldı. TBMM'nin açılması, sadece bir parlamento binasının kapılarının açılması değil, aynı zamanda ulusun egemenliğini kendi eline alması anlamına geliyordu. Açılış konuşmasında Mustafa Kemal, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, yeni Türk devletinin temel felsefesini ilan etti. Bu meclis, Olağanüstü Yetkilere Sahip bir kurucu meclis niteliğindeydi ve yasama, yürütme, hatta yargı yetkilerini kendi bünyesinde topluyordu. İstanbul Hükümeti'ni ve işgalcileri tanımayan TBMM, derhal hukuki bir zemin oluşturarak Milli Mücadele'yi yasal bir zemine oturttu. Çıkardığı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) ile yeni Türk devletinin ilk anayasal belgesini oluşturdu. Bu anayasa, milli egemenlik ve güçler birliği ilkesini benimseyerek, yeni bir devletin kuruluşunu resmen dünyaya duyurdu. TBMM'nin kurulmasıyla birlikte, Kuva-yi Milliye birliklerinin düzenli orduya dönüştürülmesi süreci de hızlandı. Çünkü düzensiz birlikler, işgalci ordulara karşı yeterli gelemeyecekti. Bu önemli adım, askeri zaferlerin kazanılmasının temelini attı. Dostlar, TBMM'nin açılması, Milli Mücadele'nin en kritik ve en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu, Türk milletinin kendi kaderini belirleme iradesinin somutlaşmış haliydi ve bağımsızlık ateşini söndürmek isteyenlere karşı en güçlü hukuki ve siyasi kalkanı oluşturuyordu. Ankara, bu tarihten itibaren Milli Mücadele'nin tartışmasız liderlik merkezi ve geleceğin Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olma yolunda ilk adımı atmıştı. TBMM, iç isyanlara karşı da sert tedbirler alarak, kurucu gücünü ve otoritesini tesis etti. Hıyanet-i Vataniye Kanunu gibi yasalarla vatan hainliği suçlarını ağırlaştırdı ve İstiklal Mahkemeleri'ni kurarak hızlı yargılama süreçleri başlattı. Bu sayede, hem içte hem dışta sağlam bir duruş sergilendi.

Kurtuluş Savaşı Cepheleri: Destansı Mücadele ve Askeri Zaferler

Değerli dostlar, Milli Mücadele'nin en kanlı ve en destansı evresi, şüphesiz ki Kurtuluş Savaşı cephelerindeki askeri mücadelelerdir. Büyük Millet Meclisi'nin Ankara'da açılması ve düzenli ordunun kurulmasıyla birlikte, işgalci güçlere karşı verilen direniş, artık organize bir savaşa dönüşmüştü. Bu savaş, temelde üç ana cephede cereyan etti: Doğu Cephesi, Güney Cephesi ve Batı Cephesi. Doğu Cephesi'nde, durum oldukça kritikti. Rus Devrimi'nin ardından Çarlık Rusya'sından kalan boşluğu doldurmaya çalışan Ermeniler, Sevr Antlaşması'na dayanarak Doğu Anadolu'da hak iddia ediyor ve saldırılar düzenliyorlardı. Ancak Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu, dağıtılmamış tek düzenli ordu birliği olarak burada büyük bir direniş gösterdi. 28 Eylül 1920'de başlayan taarruzlarla Kars, Sarıkamış ve Gümrü geri alındı. 2-3 Aralık 1920'de imzalanan Gümrü Antlaşması ile Ermenistan, Misak-ı Milli sınırlarını tanıyan ilk devlet oldu ve Doğu Cephesi zaferle kapanarak, buradaki birlikler Batı Cephesi'ne kaydırıldı. Bu zafer, Milli Mücadele'nin ilk uluslararası başarısıydı. Güney Cephesi'nde ise durum biraz daha farklıydı. Burada düzenli ordular yerine, kahraman Kuva-yi Milliye birlikleri ve yerel halkın direnişi ön plandaydı. Özellikle Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan Ermeni çetelerine karşı, Maraş'ta Sütçü İmam, Antep'te Şahin Bey ve Urfa'da Ali Saip Bey gibi yiğit liderler önderliğinde destansı bir mücadele verildi. Bu şehirler, sırasıyla Kahramanmaraş, Gaziantep ve Şanlıurfa unvanlarını alarak bağımsızlık meşalesini yaktılar. Halkın eşsiz direniş ruhu, işgalcileri bu topraklardan püskürttü. Fransızlar, 1921 Ankara Antlaşması ile bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Ancak Milli Mücadele'nin en çetin ve kader belirleyici mücadeleleri, hiç şüphesiz Batı Cephesi'nde yaşandı. Burada, Yunan işgal kuvvetleri, İngilizlerin desteğiyle Anadolu içlerine ilerlemeyi hedefliyordu. İsmet İnönü Paşa komutasındaki düzenli Türk ordusu, burada peş peşe destansı zaferlere imza attı. İlk olarak, Birinci İnönü Muharebesi (Ocak 1921) ve İkinci İnönü Muharebesi (Mart 1921) ile Yunan ilerleyişi durduruldu. Bu zaferler, TBMM'ye olan güveni artırdı ve uluslararası alanda ilk ciddi tanınma belirtilerini getirdi (Londra Konferansı). Ancak Yunanlar, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri'nde Türk ordusunu zorlayınca, Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle ordu Sakarya Nehri'nin doğusuna çekildi. Bu geri çekilme, Türk milletinde kısa süreli bir endişe yaratsa da, Mustafa Kemal'in başkomutanlık yetkisiyle bizzat cepheye gitmesi ve askerine "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz." emrini vermesiyle Sakarya Meydan Muharebesi (Ağustos-Eylül 1921) kazanıldı. Bu destansı zafer, Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası oldu ve Yunan ordusunun saldırı gücünü kırdı. Son olarak, 26 Ağustos 1922'de başlayan ve 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile zirveye ulaşan Büyük Taarruz, işgalci Yunan ordusunu tamamen bozguna uğrattı. 9 Eylül'de İzmir'in kurtarılmasıyla birlikte, Anadolu tamamen düşmandan temizlendi. Bu zaferler silsilesi, Türk milletinin bağımsızlık ve hürriyet aşkının tarihin en parlak örneklerinden biridir. Bu cephelerde verilen mücadeleler, sadece bir toprak parçasını değil, aynı zamanda bir ulusun onurunu ve geleceğini kurtarmıştır. Her bir cephede, vatan toprağının her bir karışında, adeta kanla yazılan bu kahramanlık destanları, bizlere milli birlik ve beraberliğin ne denli paha biçilmez olduğunu gösterdi. Mustafa Kemal'in "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emriyle, Türk askeri adeta küllerinden doğarak büyük bir zaferin müjdecisi oldu.

Diplomasi ve Siyasi Sonuçlar: Bağımsızlığa Giden Yol

Sevgili dostlar, Milli Mücadele'nin destansı askeri zaferleri, diplomatik ve siyasi adımlarla taçlandırıldı ve nihai bağımsızlığın kapıları bu sayede ardına kadar açıldı. Cephelerde kazanılan her zafer, uluslararası alanda Türkiye'nin elini güçlendirdi ve yeni Türk devletinin varlığını kabul ettirme sürecini hızlandırdı. İlk diplomatik zaferlerden biri, Gümrü Antlaşması ile Doğu Cephesi'nde gelmişti. Ardından, Londra Konferansı gibi girişimler, TBMM Hükümeti'nin uluslararası arenada ilk kez doğrudan temsil edilmesini sağladı. Ancak Sakarya Zaferi'nin ardından kazanılan diplomatik başarılar çok daha anlamlıydı. Fransa ile 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Antlaşması, Güney Cephesi'ni tamamen kapatarak, Anadolu'daki Fransız işgaline son verdi. Bu antlaşma, İtilaf Devletleri arasındaki birliği bozan önemli bir adımdı ve Fransa'nın yeni Türk devletiyle siyasi ilişki kuran ilk İtilaf devleti olmasını sağladı. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin ardından, Yunan ordusu tamamen Anadolu'dan atılmıştı. Ancak savaşın resmi olarak sona ermesi ve işgalci devletlerin tamamen çekilmesi için diplomatik adımların atılması gerekiyordu. Bu noktada, 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması, Milli Mücadele'nin askeri safhasını sona erdiren ve diplomatik süreci başlatan çok önemli bir belgedir. Bu antlaşma ile Doğu Trakya, İstanbul ve Boğazlar, savaşılmadan Türk egemenliğine geri verildi. Bu, İngilizlerin Anadolu'daki emellerinden vazgeçtiğinin de bir göstergesiydi. Mudanya Ateşkesi'nin ardından, barış antlaşması yapmak üzere İsviçre'nin Lozan şehrinde uluslararası bir konferans toplandı. İsmet İnönü liderliğindeki Türk heyeti, burada uzun ve çetin görüşmeler yaptı. Misak-ı Milli sınırları içinde tam bağımsızlığı hedefleyen Türkiye, kapitülasyonlar, boğazlar, azınlıklar, savaş tazminatları gibi konularda büyük bir diplomatik mücadele verdi. Özellikle kapitülasyonlar ve Ermeni Yurdu gibi konularda kesinlikle taviz verilmedi. Sekiz ay süren zorlu müzakerelerin ardından, 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda tanınmasını sağlayan, tapu senedi niteliğinde bir belgedir. Yeni Türk devletinin sınırları çizildi, kapitülasyonlar tamamen kaldırıldı, azınlıklar Türk vatandaşı sayıldı ve Boğazlar'da Türkiye'nin egemenliği kısmen de olsa kabul edildi. Lozan Antlaşması ile tam bağımsızlık ilkesi tescillendi ve yeni bir uluslararası düzenin kurulmasına öncülük edildi. Bu süreçte, sadece dış politikada değil, iç politikada da önemli değişimler yaşandı. 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu hukuken sona erdi ve ulusal egemenlik ilkesi pekiştirildi. Ardından, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk ilk Cumhurbaşkanı oldu. Sevgili arkadaşlar, Milli Mücadele, sadece cephelerde kazanılan zaferlerle değil, aynı zamanda akılcı diplomasi, kararlı siyaset ve tam bağımsızlık ilkesine olan sarsılmaz inançla kazanılan bir zaferler zinciridir. Bu süreç, Türk milletinin azim ve iradesini tüm dünyaya kanıtlamış, gelecek nesillere örnek teşkil eden bir bağımsızlık manifestosu olmuştur. Lozan Barış Antlaşması'nın getirdiği uluslararası tanınma, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası hukuk camiasında saygın bir yer edinmesini sağladı ve Cumhuriyet'in kuruluşuna giden yolu tamamen açtı. Bu diplomatik başarılar, askeri zaferlerin kalıcı hale gelmesinin en önemli göstergesidir.

Milli Mücadele'nin Mirası: Modern Türkiye'nin Doğuşu

Ve işte geldik, sevgili arkadaşlar, Milli Mücadele'nin en kıymetli mirası olan modern Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşuna. Bu destansı yolculuk, sadece bir avuç askerin değil, tüm bir milletin omuz omuza vererek yazdığı, tarihin sayfalarına altın harflerle kazınan bir bağımsızlık destanıdır. Gelin, bu mirasın ne anlama geldiğini, günümüz Türkiye'sini nasıl şekillendirdiğini biraz daha derinlemesine konuşalım. Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanması ve Lozan Barış Antlaşması'yla uluslararası alanda tam bağımsızlığın tescillenmesi, yeni bir devletin kuruluşu için zemin hazırladı. 1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte, artık Osmanlı Devleti'nin binlerce yıllık monarşik sistemi tarihe karışmış, ulus egemenliği ilkesinin önündeki en büyük engel ortadan kalkmıştı. Bu, aslında Milli Mücadele'nin başından beri hedeflenen, milletin kendi kaderini kendi elleriyle çizmesi idealinin somutlaşmış haliydi. Ardından, 29 Ekim 1923 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanıyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde demokratik, laik ve çağdaş bir devletin temelleri atıldı. Atatürk, ilk Cumhurbaşkanı olarak, Türk milletinin layık olduğu muasır medeniyetler seviyesine ulaşması için bir dizi devrim ve inkılap başlattı. Harf Devrimi, Şapka Devrimi, Medeni Kanun'un kabulü, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi reformlar, toplumsal yaşamdan eğitime, hukuktan ekonomiye kadar her alanda köklü değişiklikler getirdi. Bu inkılaplar, Türkiye'yi çağdaş dünyanın bir parçası yapma hedefiyle gerçekleştirildi ve Milli Mücadele ruhunun kurucu felsefesiyle doğrudan bağlantılıydı. Milli Mücadele'nin bize bıraktığı en büyük miras, şüphesiz ki ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ruhudur. Bu ruh, hiçbir zaman taviz verilmemesi gereken kırmızı çizgilerimizden biridir. Atatürk'ün “Ya istiklal ya ölüm!” şiarı, bugün bile her Türk vatandaşının kalbinde yankılanan bir bağımsızlık yemini gibidir. Bu mücadele, sadece topraklarımızı işgalden kurtarmakla kalmadı, aynı zamanda Türk insanının kendine olan inancını, özgüvenini ve geleceğe dair umutlarını yeniden yeşertti. Biz gençler, bu büyük mirası geleceğe taşımakla yükümlüyüz. Milli Mücadele ruhunu anlamak, onun değerlerini kavramak, ülkemizi daha ileriye taşımak için bizlere rehberlik edecektir. Modern Türkiye, Milli Mücadele'nin ürünüdür ve bu eşsiz mücadele olmadan bugünkü güçlü ve bağımsız devletimiz var olamazdı. Bu yüzden, tarihimizi iyi bilmek, atalarımızın gösterdiği kahramanlıkları unutmamak ve bu ruhu yaşatmak bizim en kutsal görevimizdir. Unutmayın, sevgili dostlar, Milli Mücadele, sadece geçmişte kalmış bir olaylar zinciri değil; aynı zamanda bugünümüzü ve geleceğimizi aydınlatan bir yol göstericidir. Bu destan, bizlere zor zamanlarda bile azimle çalışmanın, birlik ve beraberliğin ve vatan sevgisinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Bu mirası gururla taşıyacak ve Türkiye'mizi daha da güçlendirmek için hep birlikte çalışacağız, değil mi arkadaşlar? Bu, Milli Mücadele kahramanlarına karşı en büyük borcumuzdur. Milli Mücadele'nin mirası, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerde barışçı bir denge politikası izleyen, kendi ayakları üzerinde durabilen ve diğer ülkelere ilham veren bir Türkiye'nin temelini atmıştır.